Biyolojik silah, ölümcül veya basitçe etkisiz hale getirilebilen hastalıkların yayılması ile orduları veya düşman unsurlarını zayıflatmak amacıyla organizmaları kullanan bir silahtır.
Biyolojik ajanlar; genellikle bakteri, virüs, mantar ve toksinleri içerir. İnsan vücuduna solunum veya sindirim sistemi yoluyla girer. Sitoplazma ve hücre zarından oluşan tek hücreli mikroorganizmalar olan bakterilerden bazıları hastalığa sebep olabilir. Basit bölünme ile çoğalan bakterilerden şarbon, biyolojik unsur olarak kullanılanların en başında gelir.
Hastalığa neden olabilecek toksin veya mikroorganizmalar patojen olarak adlandırılır. Bir biyolojik ajanı hedefine taşımak için kullanılan cihaz, madde veya diğer unsurlara da vektör denir.
Biyolojik ajanlardan olan virüsler çok küçük olan organizmalardır. Protein kaplı bir nükleik asitten ibarettir. Virüslerin yaşaması için canlı bir hücreye, bakterilere de ihtiyaçları vardır. Virüsler canlı hücrelere girdikleri zaman hücreyi imha ederek bakterinin vücutta hızla çoğalmasına neden olur. Virüsler kendi kendilerini kopyalayarak da çoğalır.
Biyolojik ajanlardan olan virüsler; canlı olmayan yüzeylerde kısa sürede parçalanarak dağılır ve hemen yok olur. Virüslere antibiyotik içerikler etki etmemekte ancak antiviral ürünler kullanılarak virüslerin çoğalması engellenebilir. Virüslere karşı en etkili yöntem de aşıdır. Aşı ile vücuda enjekte edilen zayıflatılmış veya ölü antijenler, enfeksiyona neden olmadan vücudun antikor üretmesi ve bağışıklık kazanması sağlanabilir.
Biyolojik silahın milletler tarafından silah olarak kullanımı çok eski tarihlere dayanır. İlk belgelenmiş olan kanıt Ortadoğu'da yer alır. 1350'de Hititler, tularemi bakterileri koçbaşı köylerine koç olarak bırakırlar.
Çin'de kuşatılmış şehirlere veba kurbanlarının cesetlerinin gönderilmesi de tarihte biyolojik silah kullanımının ilk önemli örnekleri arasında yer alır.
Truva Savaşı ve bu savaşta yer alan insanlar ile ilgili söylenceleri dile getiren, koşukla yazılmış destanlar olan Homeros'un İlyada ve Odsseia destanında da düşmana üstünlük sağlamak için ok ve mızrak uçlarına zehir sürüldüğü de belirtilmektedir.
Ünlü Roma komutanı da savaşta galip gelmek için biyolojik silah kullanımına başvurup kuşatma altındaki şehirlerin su kuyularına da zehir atmıştır.
Biyolojik silah unsurları, Ortaçağ'da da birçok kez kullanılmıştır. 1346'da günümüzde Ukrayna sınırları içinde yer alan Kefe kuşatmasında Tatar ordusu önemli bir kuşatma gerçekleştirir. Bir süre sonra ciddi anlamda bir bulaşıcı hastalık ile karşı karşıya kalırlar. Tatar ordusu kendilerine karşı kullanılan bu ilaçlı cesetleri kullanarak karşı tarafa aynı biyolojik silah ile karşılık verdi ve birçok kişinin ölümüne neden oldu. Tatarlar, salgın oluşturmak için vebadan ölmüş insan cesetlerini mancınıkla şehrin içine attılar.
Biyolojik silah kullanımına ilişkin başka önemli olan bir örnek de 1756-1763 yılları arasında İngiltere ile Fransa arasında yapılan Yedi Yıl Savaşlarında çiçek virüsünün kullanımıdır. İngilizler, çiçek virüsü bulaştırılmış binlerce battaniyeyi Kızılderililere dağıtarak önemli bir salgına neden olmuştur. Böylece Kızılderili kabilelerin İngiliz yerleşimcilere karşı mücadele etmelerini engelleme yoluna da gitmişlerdir.
19. yüzyılın sonunda Fransa'da kendi toprakları olan Alsas-Loren'i Almanya'ya kaptırdıktan sonra biyolojik silah kullanım fikrini yeniden gündemine alır. Almanlar'a savaş ilanından ziyade veba ve kolera ilanına da başvurmayı düşünürler.
Tarihsel süreç içerisinde Almanlar'ın da yer yer atları biyolojik silah olarak kullandıkları, özellikle Ruslar'a karşı bunu deneyip Ruslar'ı bazı cephelerde bozguna uğrattıkları da bilinmektedir. Almanlar müttefiklerinin at ve sığırlarına gizli bir şekilde şarbon ve ruam hastalıklarını bulaştırmıştır. Almanların Ruslara karşı 1915 yılında veba kullandıklarına ve İtalya'ya karşı kolera kullanma girişimde bulunduklarına dair raporlar da mevcuttur. ABD'de aynı şekilde atlardan faydalanarak bu yola başvurmuştur.
1925'te bakteriyolojik araçların savaşlarda yasaklanması için Cenevre Protokolü imzalanır. İngiltere, ABD ve SSCB bu anlamda önemli çalışmalar yapar.
Japonya, Japon-Çin Savaşı (1337-1945) olduğu zamanlarda domuzlar üzerinde bakteriyolojik araştırma birimini kurdu. II. Dünya Savaşı'nın sonuna kadar Uzak Doğu'da imparatorluk ordusu tarafından birçok kez biyolojik silah kullanıldı. Japonya, biyolojik silah araştırmaları adı altında üzerinde araştırma yaptığı on binin üzerinde savaş esirinin şarbon, kolera ve vebadan ölmesine sebep olmuştur.
Japonya, biyolojik silah deneylerine Çin halkı ile devam etmiş, yaptığı biyolojik saldırılar ile tifo, kolera ve veba salgınları oluşturarak on binlerce insanın ölümüne neden olmuştur. Saldırılar, su ve gıda kaynaklarının biyolojik unsurlarla kirletilmesi, bakteri içeren bombaların atılması şeklinde olmuştur. Japonlar, Mançurya'ya veba mikrobu taşıyan pirelerle dolu pirinci uçaklardan atmış, bu pirinci yiyen fareler veba mikrobunu taşır bir hale gelmiştir.
II. Dünya Savaşı'nın sonunda Japonya biyolojik savaş programına son vermiş ve tüm biyolojik silah tesislerini de imha etmiştir.
II. Dünya Savaşı'ndan sonra ABD'de kendi biyolojik silah programını başlatmıştır. Programda ilkin tahıl ürünlerine karşı kullanılacak bitki yok edici patojenler üzerine çalışılmıştır. Çeşitli çalışmalardan sonra nihayet 1969'da ABD biyolojik silah programını durdurduğunu da resmen ilan etmiştir.
Ciddi rahatsızlık ve tepkiler nedeniyle 1972'de genelde Biyolojik Silahlar Anlaşması olarak adlandırılan ''Bakteriyolojik ve Toksin Silahlarının Geliştirilmesi, Üretimi ve Depolanması ve İmhası''na dair anlaşma imzalanmıştır. Anlaşma, 1975'te yürürlüğe girmiştir. Bu anlaşma ile biyolojik unsurların saldırı amaçlı geliştirilmesi, üretilmesi kullanılması yasaklanmış olsa da dünyada biyolojik silahların kullanımı daha sonra da devam etmiştir.
Sovyetler Birliği, bu anlaşmayı imzalamış olmasına rağmen şarbon ve çiçek virüsü gibi unsurları üreterek biyolojik silah programı yürütmeye devam etmiştir. Rus ordusu, izleyen zaman diliminde çiçek virüsü taşıyan bombalar ve kıtalararası balistik füzeler de üretmiştir.
1990'larda Japonya Tokyo'da bazı terörist gruplarca şarbon ile saldırı girişimlerinde bulunulmuş fakat saldırı tam olarak başarılı olamamıştır. 1995'te yine bu örgüt Tokyo metrosunda sarin gazı ile gerçekleştirdiği saldırıda birçok kişinin etkilenmesine ve 19 kişinin de ölmesine neden olmuştur.
ABD'de 1984'te bazı terörist unsurlarca Oregon'da 10 yerel restoranda salata barları vasıtası ile biyolojik saldırılar düzenlenmiştir. Saldırılarda 751 kişide bağırsak enfeksiyonu oluştuğu rapor edilmiştir
ABD'de 11 Eylül saldırılarından sonra değişik kurumlara gönderilen postalarda şarbon tespit edilmiş ve 5 kişinin ölümüne sebep olmuştur.
Günümüzde de farklı coğrafyalarda farklı şekillerde biyolojik silah kullanımı devam etmektedir. Birçok virüslü salgın biyolojik bir silah olarak değerlendirilse de bu konuda henüz kanıtlar tam olarak ortaya konulamamıştır. Covit-19 pandemisi de bu anlamda tartışma konusu olmuştur.
Ayrıca bakınız
Biyolojik Silah Nedir? Biyolojik Silahın Tarihçesi
Dünya Tarihindeki En Büyük Salgınlar
Dünyada En Çok Konuşulan Diller Hangileridir?
Kelebek Etkisi Nedir? Örnekler
Türkiye'de Kışın Gezilmesi Gereken Yerler
Altın Fiyatları Nasıl Belirlenir?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder