Annesinin vefatıyla 12 yaşındayken babasıyla İstanbul'a gelir. İstanbul'a gelen Ahmet Haşim, Mektebi Sultani'ye (Galatasaray Lisesi) yatılı olarak verilir. Burada Tevfik Fikret ve Ahmet Hikmet Müftüoğlu'ndan dersler alır. Edebiyata olan merakı ve ilgisi de burada başlar. Öğreniminin son yılında Fransız şiiri ve sembolistlerini tanıma fırsatı bulan Ahmet Haşim, sonrasında kendi sanatıyla ön plana çıkar. 1907'de Fecriati topluluğuna girer. Sonraki zamanlarda Fecriati topluluğu dağılsa da bir akıma girmeyip Fecriati'de devam eden tek sanatçı olur.
Ahmet Haşim'in ilk manzumesi olan "Leyâl-i Aşkım" 1901'de Mecmua-i Edebiyye'de yayımlanır. Bu dönemde Muallim Naci, Abdülhak Hamid, Tevfik Fikret ve Cenap Şahabettin'in etkisi altında kalır. "Piyale" kitabına aldığı "Şiiri Kamer" serisinde yer alan şiirlerinin içerdikleri hayal zenginlikleri, iç ahenkteki kuvvetli uyum dikkatleri çeker.
Yurt içi ve dışı pek çok yeri dolaşan ve birçok resmi görev üstlenen Ahmet Haşim, daha çok öğretmenlik görevinde bulunur. Güzel Sanatlar Akademisi'ndeki ve Mülkiye Mektebi'ndeki öğretmenlik görevine yaşamının son anına kadar devam eder.
Ahmet Haşim, sembolizmin öncülerinden olan Türk şairidir. Fransız edebiyatı özellikle de Fransız sembolistlerinin etkisinde kalır. Eserlerinde empresyonizmin etkilerine de rastlanır. "Sanat için sanat" anlayışına bağlı olan Ahmet Haşim, Türk edebiyatında "renk" ve "akşam şairi" olarak tanınır. Şiirlerinde "sanat için sanat" anlayışına bağlı kaldığı içim toplumsal meselelerle ilgilenmeyip şiirlerinde çocukluk anıları, aşk, tabiat, hüzün, yalnızlık, ölüm gibi bireysel konuları işler.
Ahmet Haşim, şiirlerini "Piyale" ve "Göl Saatleri" yapıtlarında toplamış onları "Rübab" ve "Servetifünun" dergisinde de yayımlamıştır. "Piyale" ismindeki şiir kitabının ön sözünde, şiir ile ilgili düşüncelerini "Şiir Hakkında Bazı Mülahazalar" başlığıyla neşreder. Ahmet Haşim şiiri, "musiki ile söz arasında fakat sözden ziyade musikidir." diye tanımlar. Yani şiirin anlaşılmak için değil hissedilmek için yazılması gerektiğini savunur.
Şiirde "şuuraltı" kavramını önemser. Şuuraltını, (bilinçaltı) şiirin doğduğu yer olarak belirtir. Ahmet Haşim, yine şiiri, düzyazıya çevrilemeyen bir nazım, hikâye değil de sessiz bir şarkı olarak tanımlar. Ahmet Haşim'e göre şiirde anlam aramak eti için bülbülü öldürmeye benzer.
Ahmet Haşim, yaşadığı âlemde mutlu olmadığından gerçeklerden sürekli kaçış halindedir. Kendisinin oluşturduğu ruh ülkesine (O Belde) sığınma uğraşındadır. Şiirde anlam kapalılığını savunur. Şiir, kapalı olunca okuyucunun yorumu devreye girer. Böylece şiir anlamını okuyucunun ruhundan alır. Akşam, mehtap, şafak, havuz, sararmış yapraklar, gurub (güneşin batış anı), göller, gece, yıldızlar gibi mazmunlarla şiirlerinde çağrışımlı bir üslup oluşturur. Şiirleri imge ve iç ahenk bakımından da oldukça zengindir.
Ahmet Haşim, eserlerinde süslü, sanatlı, Arapça ve Farsça sözcük ve tamlamalarla yüklü bir dil kullanır. Sadece son dönem şiirlerinde nispeten daha sade bir dil tercih eder. Ahmet Haşim, şiirlerinde anlaşılmayı ikinci plana attığından konuya değil konunun işleniş şekline önem vermiştir. Şiirlerinde tasviri oldukça önemsemiş bu nedenle çok fazla sıfat kullanmıştır.
Şiirlerinde aruz veznini kullanan Ahmet Haşim, "köylü vezni" olarak nitelendirdiği ve musiki açısından çok yetersiz gördüğü hece veznini ise hiç kullanmamıştır. Nazım şekli olarak "serbest müstezat"ı tercih etmiştir. Şiirlerinden özellikle "Merdiven" ve "O Belde" şiirleri ona büyük ün kazandırmıştır.
Ahmet Haşim, şiirin dışında düzyazı türleri olan fıkra, gezi yazısı, sohbet türlerinde de önemli eserler vermiştir. Bu eserlerde de oldukça başarılı olmuş eserlerinde kendine özgü üslubunu ve orijinal buluşları ön plana çıkarmıştır.
Büyük şair Ahmet Haşim 1933'te İstanbul'da vefat etti.
Şiir
Piyale
Göl Saatleri
Gezi
Franfurt
Seyahatnamesi
Fıkra-Deneme-Sohbet-Makale
Bize Göre
Gurabhane-i
Laklakan
MERDİVEN
Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden
Sular sarardı yüzün perde perde solmakta
Eğilmiş arza,
kanar, muttasıl kanar güller
Bu bir lisân-ı
hafîdir ki ruha dolmakta
O BELDE
Denizlerden
Esen bu ince hava saçlarınla eğlensin.
Bilsen
Melal-i hasret ü gurbetle ufk-ı şama bakan
Bu gözlerinle, bu hüznünle sen ne dilbersin!
Ne sen,
Ne ben,
Ne de hüsnünde toplanan bu mesa,
Ne de alam-ı fikre bir mersa:
Olan bu mai deniz,
Melali anlamayan nesle aşina: değiliz.
Sana yalnız bir ince taze kadın
Bana yalnızca eski bir budala
Diyen bugünkü beşer,
Bu sefil iştiha, bu kirli nazar,
Bulamaz sende, bende bir ma'na,
Ne bu akşamda bir gam-ı nermin
Ne de durgun denizde bir muğber
Lerze-i istitar ü istiğna
Sen ve ben
Ve deniz
Ve bu akşamki lerzesiz, sessiz
Topluyor bu-yi ruhunu güya:
Uzak
Ve mai gölgeli bir beldeden cüda kalarak
Bu nefy ü hicre müebbed bu yerde mahkûmuz...
O belde?
Durur menatık-ı duşize-yi tahayyülde;
Mai bir akşam
Eder üstünde daima aram;
Eteklerinde deniz
Döker ervaha bir sükün-ı menam.
Kadınlar orda güzel, ince, saf, leylidir,
Hepsinin gözlerinde hüznün var
Hepsi hemşiredir veya hud yar;
Dilde tenvim-i ıstırabı bilir
Dudaklarındaki giryende buseler, yahud,
O gözlerindeki nili süku:t-ı istifham
Onların ruhu, şam-ı muğberden
Mütekasif menekşelerdir ki
Mütemadi sükun u samtı arar.
Şu'le-i bi-ziya-yı hüzn-i kamer
Mülteci sanki sade ellerine
O kadar natüvan ki, ah, onlar,
Onların hüzn-i lal ü müştereki,
Sonra dalgın mesa, o hasta deniz
Hepsi benzer o yerde birbirine...
O belde
Hangi bir kıt'a-i muhayyelde?
Hangi bir nehr-i dur ile mahdud?
Bir yalan yer midir veya mevcud
Fakat bulunmayacak bir melaz-ı hulya mı?
Bilmem... Yalnız
Bildiğim, sen ve ben ve mai deniz
Ve bu akşam ki eyliyor tehziz
Bende evtar-ı hüzn ü ilhamı
Uzak
Ve mai gölgeli bir beldeden cüda kalarak
Bu nefy ü hicre müebbed bu yerde mahkûmuz...
Ahmet Haşim
Ana Sayfa
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder