Taban tabana zıt: Birbirine her açıdan aykırı olan.
Taban tepmek: Yayan bir şekilde çok uzun gidip gelmek.
Tabana kuvvet: Bir yere yürüyerek gitmek.
Tabanları kaldırmak: Çok hızlı bir şekilde kaçmaya başlamak.
Tabanları yağlamak: Çok uzak bir yere yayan gitmek için hazırlık yapmak.
Taburcu olmak: Hastanın iyileşip hastaneden çıkması.
Tadı damağında kalmak: Olumlu bir şeyin izlerini unutamamak.
Tadı kaçmak: Bir şeyin hoşa giden özelliklerinin yok olması.
Tadı tuzu kalmamak: Bir şeyin eski zevkinin, güzelliğinin yok olması.
Tadına doyum olmamak: Bir şeyin tadını çokça beğenmek.
Tadına varmak: Bir şeydeki ince güzelliği kavramak.
Tadına bakmak: Bir şeyin lezzet durumunu öğrenmek.
Tadını almak: Yaptığı ve yediği bir şeyden lezzet almak.
Tadını çıkarmak: Bir şeyin imkânlarından istediği gibi faydalanmak.
Tadını kaçırmak: Güzel, zevkli bir şeyde aşırılığa kaçıp zevkin, lezzetin kaçmasına neden olmak.
Tadında bırakmak: Güzel bir şeyde aşırılığa kaçmadan onu zevksiz hale getirmemek.
Tahtalı köy: Mezarlık.
Tahtası eksik: Aklında bir noksanlık olan, deli.
Takım taklavat: Bütün parçalarıyla, büsbütün.
Takıp takıştırmak: Özene bezene süslenmek.
Takke düştü kel göründü: Bir ayıbı örten şey ortadan kalktı anlamında.
Takla attırmak: Birine istediğini yaptırmak.
Tam adamını bulmak: Bir şey için en uygun kişiyi bulmak.
Tam takır kuru bakır: İçi bomboş olan şey.
Tam üstüne basmak: Bir şeyde tam isabet etmek, kastedileni söylemek.
Talih kuşu: İyi talih.
Tarihe geçmek: Bir şeyin arz ettiği önemden dolayı unutulmayacak bir nitelik kazanması.
Tarihe karışmak: Unutulmak, hatırlanmaz olmak.
Taş atmak: Birinin zoruna giden onu incitecek söz söylemek.
Taş çatlasa: Ne yapılırsa da mümkün değil.
Taş çıkartmak: Bir kişinin nitelik açısından öteki kişilerden üstün olması.
Taş kesilmek: Çok şaşırıp ne söyleyeceğini bilemez olmak.
Taşa tutmak: Sürekli hücum etmek.
Tası tarağı toplamak: Gitmek üzere aceleyle bütün her şeyi hazırlamak.
Taşı gediğine koymak: Bir sözü en uygun zamanda söylemek.
Taşı sıksa suyunu çıkarmak: Beden olarak çok güçlü kuvvetlidir istediği işte çalışıp geçimini sağlayabilir anlamında.
Taş taş üstünde bırakmamak: Var olanları yerle bir etmek.
Taş yürekli: Hiçbir şeyden etkilenmeyen, acımasız, yüreksiz kimse.
Tatlı su firengi: Batılı gibi davranan Doğulu Hristiyan.
Tatlıya bağlamak: Bir sorunu çözmek, tarafların memnun olması.
Tava gelmek: Kanmak, yumuşamak.
Tava getirmek: Yeterince ısıtmak.
Tavır almak: Herhangi bir durum karşısında nasıl davranacağını şekillendirmek.
Taviz vermek: Bazı isteklerden vazgeçmek.
Tavşan uykusu: Çok hafif, kuşkulu uyku.
Tavına getirmek: Bir şeyi en uygun duruma getirmek.
Tavşana kaç tazıya tut: Birbirlerine karşı olan tarafları çatışmaya kışkırtmak.
Tavşanın suyunu suyu: Bağlantı yapılan iki şey arasında çok çok uzak bir ilgi olduğunu anlatmak için kullanılır.
Tavşan yürekli: Çekingen, ürkek, korkak kimse.
Tazıya dönmek: Çok fazla zayıflamış olmak.
Tebdil gezmek: Tanınmamak için farklı kıyafetler giyip gezmek. Genellikle bir yerleri denetlemek için tebdili kıyafet yapılır.
Tebelleş olmak: Birisine istediğini yaptırıncaya kadar onun yakasını bırakmamak.
Tefe koymak: Herhangi bir kişiyle ilgili alaycı dedikodu etmek.
Tekeline almak: Bir şeye tek başına sahip olmak.
Tekelinde olmak: Bir şeyi elinde tutmak, onun tek sahibi olmak.
Tekerine çomak sokmak: Birinin işini engellemek, düzenini bozmak.
Tekin değil: Bütün insanlardan farklı olarak kendisinde bazı olağanüstü özelliklerin olduğu kabul edilen kimse.
Tek tük: Seyrek olarak.
Telaşa düşmek: Heyecanlanıp işi aceleye getirmek.
Telleyip pullanmak: Farklı farklı şeylerle gayet iyi süslenmek.
Temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp sürmek: Bir işi tekrar tekrar usandıracak şekilde ortaya sürmek.
Temel atmak: Bir işin en önemli kısmını yapmak.
Temel taşı: Bir şeyin en asli unsuru, en güçlü dayanağı.
Temize çekmek: Oldukça düzensiz olan ve okunaklı olmayan bir yazıyı okunabilir düzgün şekilde yeniden yazmak.
Temize çıkmak: Kişinin bir suçunun olmadığının, masum olduğunun anlaşılması.
Temiz para: Emekle, helal yoldan kazanılan alın teri
Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş: İkisi de kötü, işe yaramayan kimselerdir, birbirinden farkı yoktur.
Tencere dibin kara seninki benden kara: Kusurda, kötülükte sen benden daha kötü bir durumdasın anlamında.
Tencerede pişirip kapağında yemek: Geçimini zar zor sağlamak, mevcutla yetinmek.
Teneşir horozu: Çok zayıf, çelimsiz kişi.
Tepeden bakmak: Birini küçümsemek, kendini ondan üstün görmek, böbürlenmek.
Tepeden tırnağa: Bütünüyle; baştan aşağı.
Tepeden tırnağa süzmek: Çok dikkatli bir şekilde uzun uzun bakmak.
Tepesi atmak: Birdenbire çok öfkelenmek.
Tepesine binmek: Daha güçsüz kimseler üzerinde baskı oluşturmak.
Tepesine çıkarmak: Birini gereğinden fazla şımartmak.
Tepesine dikilmek: Başına dikilmek, duruşuyla birine rahatsızlık vermek.
Tepesinin tası atmak: Birdenbire gereğinden fazla öfkelenmek, sinirlenmek. Ne yapacağını bilemez olmak.
Tepetaklak gitmek: Durumu çabucak kötüleşmek.
Teraziye vurmak: Bir şeyi en ayrıntısına kadar iyice düşünmek.
Ter dökmek: Çok zahmet çekmek.
Tere yağından kıl çeker gibi: Kolayca, hiçbir sorun oluşturmadan.
Teslim bayrağı çekmek: 1. Teslim olmak. 2. Takatsiz kalıp yenilgiyi kabul etmek.
Tepeden inme: Yüksek makamlardan gelen emir ve talimat.
Tepesinde havan dövmek: Üst katlarda yaşayanların alt katlarda yaşayanları gürültü çıkararak rahatsız etmesi.
Tepe tepe kullanmak: Bir eşyayı dikkat etmeden istediği gibi kullanmak.
Tercüman olmak: Başka birinin duygu ve düşüncesini anlatmak.
Tereciye tere satmak: Bir kişiye çok iyi bildiği bir konuda, onun uzmanlık alanında bilgi vermeye çalışmak.
Ters tarafından kalkmak: Her zamankinden farklı davranmak. Asi, huysuz ve olumsuz olmak.
Ters yüz etmek: Altını üste veya içini dışa getirmek.
Ters yüz geri dönmek: İstediğini almadan eli boş dönmek.
Teselli etmek: Birini rahatlatmaya çalışmak.
Teselli bulmak: Kendini rahatlatmaya çalışmak, avunmak.
Teslim bayrağı çekmek: Teslim olmak, yenilgiyi kabullenmek.
Teslim olmak: Mücadele etmekten vazgeçmek.
Teşrif etmek: Bir yeri şereflendirmek, onurlandırmak.
Tetikte olmak: Daima bir şey olacakmış gibi hazır halde durmak.
Tez canlı: Çok sabırsız olan, aceleci kimse.
Tez elden: Derhal, bir an önce, hemen.
Tezgâhı kurmak: İşe başlamak amacıyla bütün araç ve gereçleri hazır hale getirmek.
Tezkeresini eline vermek: Birinin işine son verip onu işten kovmak.
Tıka basa doldurmak: Boş hiçbir yer bırakmamak.
Tıka basa yemek: Rahatsız olacak kadar yemek.
Tıkır tıkır: Düzenli bir şekilde, aksamadan.
Tımarhane kaçkını: Akla sığmayan, delice işler yapan kimse.
Tıngır mıngır: Yavaş ve düzenli bir şekilde.
Tıpış tıpış gitmek: Gitmesi isteğe bağlı olmayan. İstese de istemese de gidecek.
Tıpış tıpış yürümek: İstese de istemese de bir yere kadar yürümek zorunda olan.
Tıraş etmek: Usandıracak şekilde uzun ve gereksiz konuşmak.
Tırnak göstermek: Birini korkutmak, ona gözdağı vermek.
Tırpan atmak: İstenilmeyen kişilerin bir yerdeki görevlerini sonlandırmak.
Tırnak kadar: Çok küçük.
Tıs yok: Sesin hiç olmaması, sessizlik.
Tilki uykusuna yatmak: Uyuyormuş gibi yapıp fırsat kollamak.
Tiye almak: Biriyle alay ederek onunla eğlenmek.
Tohuma kaçmak: Evlenme döneminin geçip kişinin yaşlanmaya başlaması.
Tok evin aç kedisi: Gözü aç, her gördüğü şeyi almak isteyen, ihtiyacı olmadığı halde bir şeye sahiplenmeye çalışma.
Tok gözlü: Mert ve kanaat sahibi olan, mal ve mülkte gözü olmayan.
Tok sözlü: Sözünü çekinmeden, hatır bırakmadan sarf eden kimse.
Tongaya basmak: Tuzağa düşmek, falakaya yakalanmak.
Top atmak: İflas etmek.
Topa tutmak: Bir kimseye çok ağır sözler söylemek.
Toprağa vermek: Ölen birini mezara gömmek.
Toprağı bol olsun: Müslüman olmayan kişilerin ölümü esnasında söylenir.
Topu topu: Hepsi, mevcudun tamamını bir araya getirsen.
Topun ağzında: İlk saldırılacak olan hedef.
Toz kondurmamak: Kusursuz görmek, kusur kabul etmemek.
Toz olmak: Ortadan kayboluvermek, bir yerden uzaklaşmak.
Toz pembe görmek: Her olumsuzlukta dahi güzel bir taraf bulmak. Çok
iyimser olmak.
Tozu dumana katmak: Bir karışıklığa, gürültüye sebep olmak, ortalığı birbirine katmak.
Tur atmak: Bir yerden bir yere gidip tekrar eski yere dönmek, dolaşmak.
Turnayı gözünden vurmak: Ele geçen fırsatı kaçırmayarak umulmadık bir kazanç sağlamak.
Turp gibi: Sağlığı oldukça yerinde olan kişi.
Turşu gibi olmak: Çok yorgun, bitkin, güçsüz düşmek.
Turşusu çıkmak: Gereğinden fazla yorulmak.
Turşusunu kurumak: Harcaması gereken bir şeyi elden çıkarmaya bir türlü kıyamamak.
Tut kelin perçeminden: Çok zor bir durumda kurtulmanın imkansız olduğunu anlatmak için kullanılır.
Tuttuğu dal elinde kalmak: Sürekli sırtını verdiği, destek aldığı şeyden artık destek, güç alamamak.
Tutunacak dalı olmamak: Güveneceği, dayanacağı hiç kimsesi olmamak.
Tuttuğunu koparmak: Her istediği işi beceren, elinden iş gelen kimse.
Tuz biber ekmek: Yaptıkları veya söyledikleriyle bir olumsuzluğun, üzüntünün daha da artmasına neden olmak.
Tuz buz etmek: Bir şeyi paramparça olacak şekilde kırmak.
Tuzlayayım da kokma: Desteksiz konuşanlar, düşüncede aldananlar için küçümseme sözü anlamında kullanılır.
Tuzu kuru: Hiçbir şekilde geçim sıkıntısı çekmeyen.
Tükürdüğünü yalamak: Söylediği sözden kendisini küçültmek adına geri adım atmak, ondan dönmek.
Tümen tümen: Oldukça çok olan, pek çok.
Türkü yakmak: Türkü söylemek, belli bir ezgiyle bir şey söylemek.
Türküsünü çağırmak: Birilerini mutlu edecek, onların hoşuna gidecek davranışlarda bulunmak, söz söylemek.
Tütünü tepesinden çıkmak: Çok üzülmek, çok büyük bir acıdan yanıp tutuşmak.
Tüy dikmek: Yolunda gitmeyen bir işin söylenen söz. Yapılan bir davranışla bir şeyin daha da kötü bir duruma gelmesi.
Tüyleri diken diken olmak: Bir, olumsuzluk, korku veya beklenilmeyen olağanüstü bir durumdan derin endişe duymak, sarsılmak.
Tüyü düzmek: Daha önce düzgün olmayan kılık kıyafetini düzeltip, standartların üstünde bir yaşama kavuşur olmak.
Ayrıca bakınız
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder