Zahmet çekmek: Zorluk, sıkıntı ve eziyetlere katlanmak.
Zahmete sokmak: Kişilere zorluk yaşatmak, sıkıntı ve zahmet vermek. Onları bir şekilde masrafa sokmak.
Zaman kazanmak: İşin olması için birilerini oyalayarak ihtiyacı olan zamanı elde etmeye çalışmak.
Zaman kollamak: Bir şeyin sırasını, fırsatını beklemek.
Zaman öldürmek: Boş ve gereksiz şeylerle vakit geçirmek. Gerekli olanı değil gereksiz olanı yapmak.
Zaman vermek: Bir şeyin olması için birilerine belli bir zaman tanımak.
Zaman zaman: Belli aralıklarla, ara sıra.
Zamana uymak: Yaşantıyla zamanın gereklerine uymak.
Zamane çocuğu: Sıra, saygı gözetmeyen her şeyi bildiğini zanneden kimse.
Zar tutmak: Tavla oyununda istenilen sayıyı getirmek için zarlara parmaklar arasında belli bir biçim vermek.
Zar zor: Çok büyük zorlukla, güçlükle.
Zarar görmek: Herhangi bir kötülüğe uğramak.
Zart zurt etmek: Kaba kuvvet gösterisinde bulunmak.
Zehir etmek: İyi giden bir şeyi kötü bir duruma sokmak, onu mahvetmek.
Zehir gibi: Çok acı, keskin, perişan eden.
Zehir zemberek: Kişiyi çok fazla etkileyecek oldukça ağır sözler.
Zembereği boşanmak: Bir kimsenin kendini tutamayarak, uzun uzun gülmesi.
Zemheri zürafası gibi: Kışın soğuğunda çok ince elbise giyenler için kullanılır.
Zemin hazırlamak: Bir işin olması için uygun bir ortam oluşturmak.
Zemzemle yıkanmış olmak: Çok iyi bir duruma geçmek, tertemiz olmak.
Zerre kadar: Çok çok az.
Zevahiri kurtarmak: Bir şeyin hakkını tam vermemek, onu üstünkörü, özensizce yapmak. Günü kurtarmak için yapmak.
Zeval bulmak: Nihayete ermek, son bulmak, yok olmak.
Zeval vermemek: Korumak, kötülük, zarar gelmesini önlemek.
Zevkine varmak: Bir şeyin tadını çıkarmak, tadını hissedebilmek.
Zevkini çıkarmak: Bir şeyden her açıdan faydalanmak, zevk almak.
Zevkten dört köşe olmak: Çok aşırı zevk duymak. Tarif edilemeyecek bir
mutluluk yaşamak.
Zeytinyağı gibi üste çıkmak: Suçlu olsa dahi kendini haklı çıkarmak.
Zıddına gitmek: Birini sinirlendirmek, bir şeyin tersini yapmak.
Zılgıt yemek: Birileri tarafından azarlanmak, laf yemek.
Zınk diye durmak: Bir anda, aniden durmak.
Zırnık bile vermemek: En ufak bir şey -çok önemsiz de olsa- vermemek.
Zıvanadan çıkmak: Bir şeyin önünün alınamaz bir hal alması veya bir
kişinin aşırı derecede taşkınlık göstermesi, sinirlenmesi.
Zifiri karanlık: Çok karanlık, göz gözü görmeyen karanlık.
Zihin açıklığı: Sağlıklı, iyi düşünebilme gücü.
Zihni bulanmak: Kafası karışmak, ne yapacağını bilemez olmak. Sağlıklı
düşünememek.
Zihnini bulandırmak: Birini düşünemez bir hale getirmek.
Zihnini çelmek: Birini yanıltmak, onu baştan çıkarmak.
Zihnini kurcalamak: Birilerinin aklına sürekli olarak bir şeyin takılması, onu rahatsız etmesi.
Zil takıp oynamak: Aşırı derecede sevinmek.
Zimmetine geçirmek: Kendisinin olmayanı kendine mal etmek.
Zincire vurmak: Prangaya vurmak. (Cezaevindeki kişiler için kullanılır.)
Zindan kesilmek: Yaşanılacak bir yer olmaktan çıkmak.
Ziyafet çekmek: Misafirlere yemek vermek, onları ağırlamak.
Ziyan etmek: Bir şeyi boş yere sarf etmek, harcamak.
Ziyanı yok: "Hiç önemli bir şey değil, önemsiz" anlamında.
Zokayı yutmak: Birileri tarafından aldatılıp zarara
sokulmak.
Zom olmak: Aşırı derecede sarhoş olmak.
Zora binmek: Bir şeyin ancak güç kullanılarak halledilebileceği bir durum alması.
Zora gelmemek: Güçlüklere, sıkıntılı durumlara dayanamamak, sabredememek.
Zoru olmak: Kişiyi mutsuz eden bir sorunun olması.
Zorun ne: "Amacın ne, ne istiyorsun?" anlamında.
Zula etmek: Birine çatmak.
Zula olmak: Saklanmak, gizlenmek.
Zurna gibi: Gereğinden fazla dar olan.
Zurnacının karşısında limon yemek: İş yapan birinin zihnini çelerek
onu iş göremeyecek bir duruma getirmek.
Zurnanın son deliği: Saygınlığı olmayan önemsiz bir mevkide bulunan kimse.
Zurnanın zırt dediği yer: Bir işin en hassas, can alıcı noktası.
Züğürt tesellisi: Kişinin kendini avutması. Aslında geçici olan bir sevinme ve avunma durumu yaşaması.
Zülfüyâra dokunmak: Bir kişiyi en hassas olduğu noktada söz ve davranışlarla gücendirmek, onun hoşuna gitmeyen şeyler yapmak.
Ayrıca bakınız
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder