Bir kişiyi karakteristik özellikleriyle okuyucu kitlesine tanıtmak amacıyla yazılan edebi yazılara portre denir. Portrede gözlem esastır. Portre, roman, öykü, anı, gezi yazısı, biyografi ve otobiyografi türlerinin içinde yer alabilir. Kısacası portre, hem edebi türler içerisinde hem de bağımsız olabilir.
Edebi türlerde portreye başvurmanın nedeni canlandırmayla kalıcılığı yakalamaktır. Özellikle roman türünde kahramanlar okuyucunun zihninde yer edinecek şekilde canlandırılır. Kahramanların hem fiziki hem de ruhi durumları ayrıntılı bir gözlem gücüyle tasvir edilir.
Portreler, fiziki portre ve ruhi portre
olmak üzere ikiye ayrılır. Edebi eserlerde fiziki portre ve ruhi portreler iç
içe olabilir.
Kişilerin dış görünüşlerinin anlatıldığı
portrelerdir. Bu portrelerde kişilerin boyu, bedeni, yüzü, giyim-kuşamı anlatılır.
Ayırıcı sıfatlarla farklı yönler ön plana çıkarılır. Fiziksel portrelerde
nesnellik esas alınır. Kişiler tarafsız bir şekilde tasvir edilir. Yazarın
gerçeklikten uzaklaştığı fiziksel portreler inandırıcılığını yitirir.
Bir kişinin iç dünyasını,
alışkanlıklarını, duygularını, tutum ve davranışlarını tasvir etmeye ruhsal
veya ruhi portre denir.
Bir kişinin ruhsal portresini tasvir etmek
fiziki portresi kadar kolay değildir. Öncelikle bir zaman dilimini o kişiyle
geçirmek, onu tanımak gerekir. İyi bir gözlemle onun hobi ve fobilerini, üzüntü
ve sevinç kaynaklarını, kırılganlıklarını, insan ve doğa sevgisini kısacası
onun karakterini öğrenmeliyiz. Bütün bunlar öğrenildikten sonra sağlıklı bir
ruhsal portre ortaya çıkar.
Sadece üçüncü şahısların bilgileri ve
kulaktan dolma bilgilerle sağlıklı bir ruhsal portre ortaya çıkarılamaz.
Portrenin etkililiği ve inandırıcılığı tasvir edilen kişinin sözlerine de yer
verilerek sağlanabilir.
Örnek 1
NAMIK KEMAL
Namık Kemal, gayet büyük yuvarlak başlı, pek yüksek alınlı, pembe çehreli, hiddetlendikçe çatılır az eğri kaşlı, koyu elâ gözlü, irice burunlu, fevkalâde güzel ağızlı, kırk yaşından sonra siyah denecek kadar koyulaşmış uzunca, kumral sakallı, kısaya mail orta boylu, şişmanca, omuzları geniş elleri ayakları küçük bir insandı.
Burnunun sağ tarafında attan düştüğü
zaman hasıl olan yaradan kalma bir çizgi vardı. Pek nâdir hiddetlenir fakat
şiddeti uzun sürerdi. Simasındaki ilahi cazibeyi tasvirden âcizim. O ulvî
simada pek çok mânâlar dolaşırdı.
Hele gözleri, mükemmel bir insan
fıtratının en güzel ma'kesiydi. Şimdi şimşekler fırlatır, şimdi tebessümlerle
dolar, derken hazin hazin ruha işler. Her dakika, her saniye ulvî, ümitli,
emin, mahzun düşünceli, hâkim, ilâhi mânâlar arz eden cevval bir nur...
Onu her gören meftun, bütün vicdaniyle
hürmetkâr olurdu. Kendisini tanıyanlardan bu hakikati itiraf etmeyen tek kimse
yoktu.
Bu fevkalâdeliğiyle beraber gayet sade
idi. Süs, lüks denilebilecek hiçbir hâlini bilmiyorum. Pek sade giyinir,
saatine altın kordon takmayacak kadar ziynet eşyasından nefret eder,
kolonyadan başka koku sürünmezdi.
Asla işlemeli gömlekler, mendiller
kullanmaz, altın başlı bastonları eline almaz hele paradan iyice tiksinirdi.
Ali
Ekrem Bolayır
Örnek 2
ATATÜRK
Gördüğüm fotoğraflara göre, biraz
şişman, biraz yorgun, biraz hatları kalınlaşmış bir bedenle karşılaşacağımı
sanırken, kapıdan bir ışık dalgası halinde giren toplu bir kuvvet ve hayat
kaynağı ile birden gözlerim kamaştı: Bebekleri en garip ve esrarlı madenlerden
yapılma bir çift gözün mavi, sarı, yeşil ışıklarla aydınlattığı asabî bir
çehre. Yüzde, alında, ellerde bir sağlık ve bahar rengi. Düzgün taranmış,
eksiksiz, sarı genç saçlar. Bütün zemberekleri çelikten, ince, yumuşak, toplu,
gerilmiş, taptaze bir uzviyet.
Altı yüz senelik bir devri bir anda ihtiyarlatan adamın çehresi gibi
ilâhlarınki gibi yıpranmış bir başın hiçbir izini taşımıyor. Alevden coşkun bir
nehir halinde, eski tarihin bütün yıkıntılarını süpüren ve yeni bir cihanın
kuruluşuna yol açan fikirler kaynağı o baş bir yanardağ tepesi gibi, taşıdığı
ateşe kayıtsız, mavi gök altında sessiz ve gülümseyerek duruyor.
Kendi yarattığı şimşekli bulutlardan, fırtınalardan ve etrafına döktüğü feyizli
sellerden yegâne müteessir olmayan, meğer O'nun genç başı imiş. O günün benim
için en büyük nimeti, o efsanevî başı, yakından görmem olmuştur.
Ahmet Haşim
Örnek 3
ATATÜRK
Atatürk, her şart içinde kendisini empoze edenlerdendi. Bakışında, jestlerinde, ellerinin hareketinde, kımıldanışlarında ve yüzünün çizgilerinde bütün bir dinamizm vardı. Bu dinamizm etrafını bir çeşit sessiz sarsıntı ile dolduruyordu. Öyle ki birkaç dakikalık bir konuşmadan sonra bu mütevazı ve rahat adamın, bu öğreticinin anında bir uçtan öbür uca geçebileceğini, mesela en rahat ve kahkahalı bir sohbeti keserek en çetin bir kararı verebileceğini ve daha gücü bu kararı verdikten sonra yine aynı noktaya döneceğini düşünebilirsiniz. En iyisi istim üzerinde bir harp gemisi gibi çevik, harekete hazır bir dinamizm diyelim.
Ahmet Hamdi Tanpınar
(Beş Şehir'den)
Ayrıca bakınız
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder