1893'te doğan Mağcan Cumabayuli Kazak Türklerindendir. İstanbul'da yeni usule göre eğitim veren bir Çala medresesinde okur ve burada Arapça, Farsça ve Çağatayca öğrenir. Milliyetçi Kazak aydınlarla birlikte Alaş hareketine katılır. Kazak kültür ve tarihine büyük ilgi duyan Mağcan Cumabayuli, Mir Jakup Dulatuli ile tanıştıktan sonra Kazak kültürünün yaygınlaşması çalışmalarına hız verir.
Kazak bozkırlarında ortaya çıkan milli uyanışa, uluslaşma çalışmalarına ve kurtuluş mücadelesine güç veren şair ve yazarlar arasında yer alır. Mağcan Cumabayuli, büyük bir Türk milliyetçisi olup bütün Türkistan'ın milli şairi unvanını alır.
Şiirlerinde, Türk toplumunun o dönemdeki dağınıklığından yabancıların işgali altında yaşamak zorunda olmalarından duyduğu derin hoşnutsuzluğu dile getirir. Mağcan Cumabayuli ayrıca Orta Asya Türklerinin yaşam tarzı, tarihi, zaferleri, yurdunun doğal güzelliklerini de eserlerinde işler. Şiirlerinde lirizmi oldukça önemseyen Mağcan Cumabayuli bu anlamda Kazak edebiyatının en lirik şairi kabul edilir.
Tarih ve milleti ile övünç duyar. Milliyetçilik kimliğinin etkisiyle bütün Türk lehçelerinin edebiyatlarını bilir. Bunun yanında Alman, Rus, Fars, Fransız ve Arap edebiyatları hakkında da hatırı sayılır bilgiler edinir.
Mağcan Cumabayuli, 1938'de Türkistan'ı dile getiren şiirlerinden ötürü ve Turan fikrine bağlılığından Stalin tarafından idama mahkûm edilip idam edilir.
Eserleri
Şiir
Ot
Uzaktaki Kardeşime
Gece
ile Gündüz
Uzakta
ağır azap çeken kardeşim!
Kurumuş
lale gibi çöken kardeşim!
Etrafını
sarmış düşman ortasında
Göl
kılıp gözyaşını döken kardeşim!
Ömrünce
yaddan cefa görmüş kardeşim!
Hor
bakan, yüreği taş, kötü düşman
Diri
diri derini soymuş kardeşim!..
Anamız
bizim? Bizlerse birer tay,
Bağrında,
yürümedik mi serazat?
Yüzümüz
değil miydi ışık saçan ay?
Akmadı
mı bizim için dupduru bulak,
Şarıldayıp
şarıl şarıl dağdan inerek?
Hazırdı
uçan kuş, kopan yel gibi
Dilesek
bir bir atlar, tıpkı burak!
Altay'ın
altın günü nazlanarak
Gelende, sen
pars gibi bir er olarak,
Akdeniz, Karadeniz
ötelerine,
Kardeşim, gittin
beni bırakarak!..
Ben
kaldım yavru balaban, kanat açamam,
Uçam
diye davramsam bir türlü uçamam,
Yön
bulduran, yol gösteren can kalmadı;
Yavuz
düşman koyar mı şimdi beni vurmadan?
Kurşunlar
genç yüreğime saplandı,
Günahsız
taze kanım su gibi aktı;
Kansız
kalıp, kuruyup bayıldım,
Karanlık
mahbese sıkıca kapattı.
Görmüyorum
artık gece gezdiğimiz kırı, ovayı,
Gündüz
güneşi, gece gümüş nurlu ayı;
Nazlı
nazlı ipek kundaklara sarmalayıp
Bizi
büyüten altın anam Altay'ı
Ey
pirim! Ayrıldık mı ulu bütünden?
Dağılmayıp
yılmayan yağan oklardan
Türk'ün
pars gibi yüreği varken
Gerçekten
korkak kul mu olduk sinip düşmandan?
Kudretli
olmak isteyen Türk'ün canı
Gerçekten
bitap düşüp kalmadı mı hali?
Yürekteki
ateş söndü mü kurudu mu
Damarında kaynayan atalar kanı?
Kardeşim!
Sen o yanda, ben bu yanda,
Kaygıdan
kan yutuyoruz bizim adımıza
Layık
mı kul olup durmak gel gidelim
Altay'a
atadan miras altın tahta.
Ayrıca
bakınız
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder