Kaale almamak: Sözünü etmeyecek kadar değersiz, önemsiz olmak.
Kabak başına patlamak: Birden fazla kişinin ilgilendiği, içinde olduğu bir olayın bütün olumsuzluğunun birini bulması, sonucuna birinin katlanmak zorunda kalması.
Kabak çiçeği gibi açılmak: Utangaçlıktan çabucak sıyrılarak sınırı aşmak.
Kabak tadı vermek: Bıktırmak, usanç vermek, tatsız gelmeye başlamak.
Kabına sığmamak: Duyduğu sevinç ve heyecan nedeniyle taşkın hareketlerde bulunmak.
Kabir azabı çekmek: Eziyet, cefa çekmek. Katlanılamayacak zor bir durumla karşılaşmak.
Kabuğuna çekilmek: Çevresiyle ilişkisini kesmek, hiç kimseyle görüşmemek.
Kaçacak delik aramak: Korkudan saklanacak, gizlenecek yer aramak.
Kaderin sillesini yemek: Büyük hüsrana uğramak.
Kadrini bilmek: Kıymetini bilmek.
Kafa cilalamak: Kafayı çekmek.
Kafa dengi: Uyum içinde arkadaşlık yapan kimseler.
Kafa dinlemek: Beynen yorucu şeylerden uzak kalmak.
Kafa patlatmak: Bir iş üzerinde pek çok düşünmek.
Kafa şişirmek: Gürültü veya gevezelikle rahatsız etmek.
Kafa tutmak: Karşı gelmek, karşı çıkmak.
Kafa ütülemek: Boş laflarla birini bunaltmak.
Kafa yormak: Bir konuyu ayrıntılarıyla düşünmek.
Kafadan atmak: Herhangi bir konuda bir inceleme yapmadan, rastgele konuşmak.
Kafadan kontak: Aklı kıt, düşüncesiz, saçma sapan işler yapan, deli.
Kafası almamak: Zihin yorgunluğundan bir şeyi anlayamaz hale gelmek.
Kafası atmak: Çok Öfkelenmek.
Kafası işlemek: Kavrayışı üst düzeyde olan kimse. Bir şeyi hemen kavrayabilen.
Kafası kazan gibi olmak: Beyni, zihni yorulmuş olmak. Gürültü ve karışıklığın kişinin beynini yorması, bir şeyleri düşünemez duruma sokması.
Kafası kızmak: Çok fazla öfkelenip sinirlenmek.
Kafası yerinde olmamak: Bir şeye odaklanamamak, kafasını bir şeyin üzerinde yoğunlaştıramamak.
Kafasına dank etmek: Bir olaydan dolayı gerçeği, doğruyu anlamak.
Kafasına koymak: Bir şeyi yapmaya kararlı olmak.
Kafasına vura vura: Zorla, itekleyerek.
Kafayı bulmak: Sarhoş olmak.
Kafayı çekmek: İçki içmek.
Kafayı takmak: Birisiyle sürekli uğraşmak, birine zarar vermeye çalışmak.
Kafayı tütsülemek: Sarhoş olmak.
Kafayı üşütmek: Akli dengesini kaybetmek.
Kafayı vurmak: Uyumak.
Kafese girmek: Aldatılıp kendisinden çıkar sağlamak.
Kafese koymak: Birini tuzağa düşürüp ona çıkar, menfaat sağlamak.
Kâğıda dökmek: Yazıya geçirmek.
Kâğıt üzerinde kalmak: Uygulamaya konulmamak.
Kahır çekmek: Sıkıntıya katlanmak.
Kahkaha atmak: Yüksek sesle gülmek.
Kahkahadan kırılmak: Çok gülmek.
Kahkahayı basmak: Kendini tutamayıp oldukça sesli gülmek.
Kahve dövücünün hınk deyicisi: Bir kimsenin yaptığı bir işi sözüyle destekleyen kişi.
Kalayı basmak: Adam akıllı küfür etmek.
Kalbine girmek: Sevgisini kazanmak.
Kalbini açmak: Duygu ve düşüncelerini birilerine söylemek.
Kalbini kazanmak: Güzel söyleyişlerle sevgisini kazanmak.
Kalbini kırmak: Birini incitmek, gücendirmek, çok fazla üzmek.
Kalbur üstü: Benzerleri arasında seçkin, üstün olan şey.
Kalburla su taşımak: Verimi olmayacak, boş olan bir işle uğraşmak.
Kaldırım mühendisi: Bir iş yapmayan, vaktini sokaklarda
dolaşarak geçiren kimse, işsiz.
Kalem oynatmak: Yazı yazmak.
Kaleyi içeriden fethetmek: Kendisinin karşısında yer alan gruptan birinin yardımını alarak başarı kazanmak. İçeriden alınan bilgilerle orayı içten çökertmek.
Kalıbını basmak: Bir şeyin doğruluğundan emin olmak.
Kalıbının adamı olmamak: Göründüğünden farklı olmak, bekleneni ortaya
koyamamak.
Kalın kafalı: Bir şeyi anlamakta zorluk çeken kimse.
Kalıptan kalıba girmek: Menfaati için farklı kimliklere bürünmek.
Çıkarı için her şey yapabilen kimse.
Kalp kazanmak: Hoşa giden, güzel bir davranış ve sözle birilerinin
sevgisini kazanmak, ilgisini üzerine çekmek.
Kalp kırmak: Davranışla, sözle birini üzmek
Kambersiz düğün olmaz: Bir işte, eğlencede o işin asıl uzmanları olmadan işin aslı gerçekleşmez.
Kambur üstüne kambur: Bütün aksiliklerin üst üste gelmesi. Sıkıntının üstüne sıkıntı, yenilginin üstüne yenilgi, borcun üstüne borç gelmesi gibi.
Kan ağlamak: Çok büyük bir üzüntü, sıkıntı içerisinde olmak.
Kan beynine çıkmak: Çok öfkelenmek, sinirlenmek.
Kan çıkmak: Kan dökülmek, cinayet işlenmek.
Kan dökmek: Birini öldürmeye neden olmak. Onu yaralayıp öylece öldürmek.
Kan gövdeyi götürmek: Çok kan dökülmek.
Kan gütmek: Kan akıtarak birinden öç almaya çalışmak.
Kan kusmak: Çok eziyet, sıkıntı çekmek.
Kan kusturmak: Birilerine çok büyük bir sıkıntı yaşatmak. Ona eziyet etmekte bir sınır tanımamak.
Kan kusup kızılcık şerbeti içtim demek: Fazlaca zahmet çekmesine rağmen tam tersi görünmeye çalışmak.
Kan ter içinde kalmak: Çok fazla yorulmak, perişan olmak.
Kan tutmak: Birinin bir kişiyi öldürmesinden dolayı geçirdiği şokun da etkisiyle olduğu yerde yığılıp kalması, kaçamaması.
Kana susamak: Birini öldürmeyi kafasına koymak, o hırsı taşımak.
Kanadı altına almak: Birilerini korumak, ona sahiplik yapmak, onu
himayesine almak.
Kanat germek: Birilerini gözetim altına almak, korumak.
Kancayı takmak: Birinin kötülüğü, zararı için çaba göstermek. Birisine karşı sürekli kötü niyetli olmak.
Kandilli temenna: Kişinin elini yere kadar uzatarak yaptığı selamlaşma şekli.
Kanı ağır: Söz ve davranışları hoş olmayan, kişilere hoşnutsuzluk, sıkıntı oluşturan kimse.
Kanı bozuk: Soyu, sülalesi belli olmayan. Kötü işler yapan.
Kanı ısınmak: Birine yakınlık duymak.
Kanı kaynamak: Birine yakın ilgi ve sevgi beslemek.
Kanı pahasına: Hayatını tehlikeye atacak kadar.
Kanı sıcak: Sıcakkanlı, sevimli, cana yakın, sempatik kimse.
Kanına girmek: Birilerini öldürmek veya ölümüne neden olmak.
Kanına susamak: Kişinin kendi ölümünü kendisinin hazırlamasına neden olan bir davranışta bulunması.
Kanını emmek: İnsafsızca birinin bütün varlığını elinden almak veya onu ondan yoksun bırakmak.
Kanıyla ödemek: Bir şeyin cezasını hayatıyla ödemek. Onun için canından olmak, ölmek.
Kanlı bıçaklı olmak: Bazı kişilerin bir nedenden birbirlerini öldürecek
kadar birbirlerine düşmanlık beslemeleri, düşmanlıklarının bu seviyeye
ulaşması.
Kantarın topunu kaçırmak: Ölçüyü kaçırıp
davranışlarında aşırıya kaçmak.
Kapağı atmak: Sıkıntılı, zor bir durumdan kurtularak huzur ve refaha kavuşmak.
Kapalı kutu: Kendini pek belli etmeyen kimse. İçindekileri kimsenin sezmediği, bunun belirtilerini göstermediği kişi.
Kapı dışarı etmek: Birini kovmak, onu dışarı atmak.
Kapı kapı dolaşmak: Her tarafa gitmek, bir iş için bütün odalara uğramak.
Kapı komşu: Kişinin her şeyini alıp paylaştığı en yakın komşusu. Kapıları birbirine bakan komşular.
Kapı yoldaşı: Bir yerde aynı işi yapan kişilerden her biri.
Kapının önüne koymak: Kovmak.
Kapısında büyümek: Birinin yanında, evinde, ocağında eğitim almak, orada kendini yetiştirmiş olmak.
Kapısını aşındırmak: Birinin yanına istediğini elde edinceye kadar bir iş için çok sık gidip gelmek.
Kapıyı açmak: Bir işe öncü olmak. O işi ilk yapan kimsenin diğer kişilere rehberlik, önderlik etmesi.
Kapıyı göstermek: Birini kovmak, onun gitmesini istemek.
Kara borsaya düşmek: Bir malın bulunmaz olmasından dolayı değerinin yükselmesi.
Kara cahil: Bilgisiz, ahmak kimse.
Kara cümlesi bozuk: Okuması yazması olmayan,
derdini iyi anlatamayan.
Kara çalı: İki dostun arasına girerek onların arasını bozan.
Kara çalmak: Birini haksız yere suçlamak, ona leke sürmek, iftirada bulunmak.
Kara gün: Sıkıntının, yasın, ölümün olduğu gün. Kötü haber duyulan gün.
Kara gün dostu: Yakınlığını zor günlerde hissettiren kimse.
Kara haber: Bir felaket içeren, kişileri üzüntüye sevk eden haber.
Kara kuru: Esmer ve zayıf kişi.
Kara liste: Kişiye zararı dokunacak, bir suç sıkıntı oluşturan
kişilerin yer aldığı liste.
Kara sevdaya düşmek: Bir kimseye ümitsiz yere
fakat büyük bir sevgiyle bağlanmak.
Karadeniz'de gemilerin mi battı: Öyle derin derin düşünecek bir şey yok
anlamında.
Karalar bağlamak: Büyük acılar yaşamak, yası
olmak.
Karaman'ın koyunu sonra çıkar oyunu: Bir şeyin, işin sadece dış
görünüşü bazen yanıltıcı olabilir. O kişi ya da işin altından nelerin
çıkabileceğini kestirmek zordur.
Karar kılmak: Tercihini bir şeyden yana kullanmak, bir şeyi seçmek
için son sözünü söylemek veya o düşünceye sahip olmak.
Karaya oturmak: Geminin denizin sığ yerine saplanıp kalması.
Karda gezip izini belli etmemek: Bir şeyi kimsenin anlayamayacağı bir ustalıkla
yapmak.
Kardeş payı yapmak: Bir şeyi birden fazla kimsenin kendi aralarında
eşit olarak paylaşmaları.
Karga tulumba etmek: Birden fazla kimsenin bir kişiyi kollarından
tutarak havaya kaldırmaları.
Kargacık burgacık: Okunması, sökülmesi oldukça zor olan eğri büğrü
yazılmış yazı.
Karınca duası gibi: Oldukça küçük, okunaksız olan ve birbirine girmiş olan yazı.
Karınca kararınca: Elinden geldiği kadarıyla.
Karınca yuvası gibi kaynamak: Gereğinden fazla kalabalık ve
hareketli yer.
Karıncayı bile ezmemek: Çok merhametli olmak.
Karman çorman: Karmakarışık.
Karnı geniş: Bir şeyleri kafasına takmayan, gamsız, kedersiz,
umursamaz kimse.
Karnı tok, sırtı pek: Hali vakti iyi olan kimse.
Karnı zil çalmak: Çok acıkmak.
Karnım tok: Bu sözleri çok işittim, artık bunlarla beni
kandıramazsın anlamında.
Karnından konuşmak: Çok kısık sesle söylemek.
Karşı çıkmak: Ortaya atılan düşüncenin tersini savunmak veya o düşüncenin yanlışlığını dile getirmek.
Karşı durmak: Güçlü olan bir şeye direnç göstermek, ona boyun eğmemek.
Karşı koymak: Boyun eğmemek, mücadele etmek, direnmek.
Kasıp kavurmak: Acımasızlığıyla çevresindeki kişilerde korku uyandırmak.
Kasvet basmak: Bunalmak, sıkılmak.
Kaş göz etmek: Meramını, söylemek istediklerini kaş ve göz
hareketleriyle anlatmaya çalışmak.
Kaş yapayım derken göz çıkarmak: Bir şeyi düzeltme uğraşı içindeyken
onu tamamen bozmak, ona daha büyük bir zarar vermek.
Kaşıkla yedirip, sapıyla göz
çıkarmak: Bir iyilik yaptıktan sonra bu iyiliğini
gölgede bırakacak bir kötülük yapmak.
Kaşla göz arasında: Bir anda, çok zaman geçmeden, hemen.
Kaşlarını çatmak. Öfkeli ve kızgın olmak.
Katı yürekli: Merhametsiz, acımasız kimse.
Katır inadı: Aşırı inat, vazgeçilemeyen inat.
Kavgaya tutuşmak: Kavga etmeye başlamak.
Kayıplara karışmak: Kaybolmak, görünmez olmak.
Kayıtsız kalmak: İlgisiz kalmak, önem vermemek, umurunda dahi olmamak.
Kaymak tabakası: Bir toplumun seçkin ve zenginleri.
Kaz kafalı: Anlayışı kıt kişi.
Kazan kaldırmak: Yönetime topluca karşı çıkmak.
Kazık atmak: Birini aldatmak.
Kazın ayağı öyle değil: Gerçek olan bilinen, düşünülen gibi değil de tersi anlamında.
Keçi inadı: Vazgeçirilemeyen inat.
Keçileri kaçırmak: Delirmek.
Kedi ciğere bakar gibi bakmak: Büyük bir iştahla bir şeyi ele geçirmeye çalışmak.
Kedi gibi dört ayak üstüne düşmek: En zor, sıkıntılı, tehlikeli durumlarda dahi zarar görmemek.
Kedi köpek gibi: Birbirleriyle sürekli kavga eden geçimsiz kimseler.
Kefeni yırtmak: Çok ağır, tehlikeli bir hastalık veya durumu atlatmak.
Kel başa şimşir tarak: Maddi durumu yetersiz olan birinin pahalı şeyler satın alması.
Kel kâhya: Bir işte bilgisi olsun veya olmasın her şeye burnunu sokan, her şeyi karıştıran kimse.
Keli görünmek: Kusuru, suçu ortaya çıkmak.
Kelle götürür gibi: Çok gereksiz olan bir acelecilik ile.
Kelle koltukta: Ölümü göze alarak, büyük bir cesaretle.
Kellesini istemek: Birinin öldürülmesini istemek.
Kellesini ortaya koymak: Bir konuda ölümü bile göze almak.
Kellesini uçurmak: Kafasını kesmek.
Kelleyi koltuğa almak: Ölümü göze almak.
Kelli felli: Kılığı kıyafeti düzgün, gösterişli kimse.
Kem göz: Kötü göz, nazar değdirdiğine
inanılan göz.
Kem gözle bakmak: Kötü niyetle bakmak.
Kem küm etmek: Bir soru karşısında anlamsız sözler söylemek.
Kemerini sıkmak: Tutumlu yaşamaya katlanmak.
Kemik atmak: Birini susturmak amacıyla ona küçük bir şey
vermek.
Kemik yalayıcı: Çıkarcı kimse.
Kemikleri sızlamak: Rahatsız olmak (ölüler için).
Kendi göbeğini kendi kesmek: Kişinin kendi işini kendisi yapması.
Kendi hâlinde: Hiçbir şeye karışmayan, sakin ve sessiz kimse.
Kendi kendine gelin güvey olmak: Başkasıyla birlikte yapılması kararlaştırılan bir işi kendisi tasarlayıp yapıyormuş izlenimi vermek.
Kendi kendini yemek: İstediği gerçekleşmedi diye kaygı duymak, üzülmek.
Kendi yağıyla kavrulmak: Kimseden yardım almadan kendi ihtiyaçlarını karşılayabilen.
Kendinden geçmek: Kişinin bilincinin işlemez olması, bayılması. Kişiyi mutlu eden bir olay karşısında duygulanmak, coşmak.
Kendinden pay biçmek: Olan bir şeyin, biraz da kendisinden kaynaklandığını düşünmek, o kanıya varmak.
Kendine gelmek: Güç ve kuvvetini toplayarak bozuk olan durumu düzeltmek.
Kendine yedirememek: Yapılanları onur kırıcı bularak bir türlü kabullenememek. Bunu kişiliğini zedelediğini varsayarak buna tepki göstermek.
Kendine yontmak: Hiç kimseyi düşünmeden bütün fırsatlardan kendi çıkarını sağlamak için hareket etmek.
Kendini ağır satmak: Bir işi yapmayı ancak birkaç ısrardan sonra yapmak, bu işi yapmayı kabul etmek.
Kendini alamamak: Bir şeyi yapmamayı düşündüğü halde bir türlü kendini tutamamak.
Kendini ateşe atmak: Tehlikeli ve sıkıntılı bir işe bilerek girişmek.
Kendini bulmak: Kişinin bir kişilik kazanıp bir olgunluğa erişmesi.
Kendini dev aynasında görmek: Birinin çok büyük bir adam olduğunu düşünmesi.
Kendini ele vermek: Davranış veya sözle suçlu olduğunu göstermek.
Kendini göstermek: Kendi kabiliyet, yetenek ve niteliklerini ortaya çıkaracak şeyler yapmak.
Kendini kaptırmak: Bir şeye çok fazla odaklanmak, bütün dikkatini o şeye
yoğunlaştırmak.
Kendini kaybetmek: Şiddetli öfke ve kızgınlık anında ne yapacağını
şaşırmak, tanınmayacak duruma gelmek.
Kendini paralamak: Bir işi zamanında yapmak için gereğinden fazla çaba harcamak.
Kendini toplamak: Düzgün olmayan durumunu düzeltmek, yola koymak.
Kendini tutamamak: Kişinin bir durum karşısında sakin olamaması, mutlaka bir şey yapma gereği hissetmesi. Kişinin kendi kendine hâkim, malik olamaması.
Kendini vermek: Bütün gücüyle bir şeye yoğunlaşmak, bütün dikkatini
bir şeye vermek, onu çözmeye çalışmak.
Kene gibi yapışmak: Bir türlü yakasını bırakmamak.
Kesenin ağzını açmak: Para harcamaya başlamak.
Keyfi kaçmak: Neşesini kaybetmek.
Keyfini çıkarmak: Bir şeyden, bir şeyi yapmaktan çok fazla zevk almak.
Keyfinin kâhyası: Birisinin istediği gibi yaşamasına engel olmamak.
Keyif çatmak: Hoşça ve eğlenceli vakit geçirmek.
Keyif ehli: Oldukça rahat, zevkine düşkün kimse.
Keyif sürmek: Rahat yaşamak.
Kıl payı: Çok çok az bir fark ile.
Kılı kırk yarmak: Bir işi yaparken çok titiz davranmak.
Kılıfına uydurmak: Uydurma bir gerekçe bulmak.
Kılıktan kılığa girmek: Sık sık düşünce değiştirmek.
Kılına dokunmamak: Bir kimseye zarar verecek davranışlarda bulunmamak.
Kılını bile kıpırdatmamak: Bir durum karşısında hiçbir tepki vermemek, ilgisiz ve hareketsiz kalmak.
Kıran girmek: Her zaman çok olan bir şeyin bir anda bulunmaz bir şey olması.
Kırıp geçirmek: Sözle veya davranışla kişileri çokça güldürmek.
Kırk dereden su getirmek: Birilerini kandırmak amacıyla farklı ve değişik
nedenler öne sürmek. Sürekli olarak onu ikna etmeye çalışmak.
Kırk tarakta bezi bulunmak: Birinin birden fazla işle meşgul olması,
gizli ilişkileri olması, birden fazla kimseyle ilişki içinde olması.
Kırklara karışmak: Ortalıkta görünmez olmak, kaybolmak.
Kıs kıs gülmek: Alay edercesine sessizce gülmek.
Kıskıvrak yakalamak: Sımsıkı tutmak.
Kısmeti açılmak: Kazancının gittikçe artması, çoğalması.
Kısmetini ayağıyla tepmek: Ayağına kadar gelen bir şeyin değerini bilmeyerek onu reddetmek, istememek.
Kıssadan hisse almak: Bir olaydan, anlatılan bir şeyden kendine ders
çıkarmak.
Kıt kanaat geçinmek: Ancak kendisine yetecek kadar para kazanmak,
zar zor hayatını devam ettirebilmek.
Kıtır kıtır kesmek: Birini hiç acımadan
öldürmek.
Kıvamına gelmek: Bir şey için en uygun zaman ve şartların oluşması,
o şeyin tam da yapılma zamanı.
Kıyameti koparmak: Bir şeye çok kızıp bağırıp çağırmak.
Kıymeti harbiyesi yok: Hiçbir değeri yok.
Kız kurusu: Evlenmemiş, ihtiyar kız.
Kızağa çekmek: Birini etkin görevinden alıp pasifize etmek.
Kızarıp bozarmak: Bazı sebeplerden kişinin bir utangaçlık içerisine girmesi, yüzünün renginin değişmesi.
Kızılca kıyamet kopmak: Büyük kavga çıkmak.
Kibarlık budalası: Kibar olmadığı halde, kibarca davranışlarda bulunmaya çalışan ve gülünç duruma düşen kişi.
Kilit noktası: Bir şeyin çözümünü esas alan ana unsur. O işin en önemli noktası, olmazsa olmazı.
Kilometre taşı: Üzerinde önemle durulması gereken husus.
Kim vurduya gitmek: Kim tarafından öldürüldüğü bilinmemek.
Kimseye eyvallah etmemek: Hiç kimsenin minneti altına girmemek.
Kimseden iyilik ve yardım beklememek.
Kin tutmak: Birine karşı düşmanca duygular beslemek.
Kirişi kırmak: Bir yerden çeşitli sebeplerle kaçıp gitmek.
Kirli çamaşırları ortaya dökmek: Bir kimsenin ayıplarını herkese anlatmak.
Kitaba el basmak: Yemin etmek.
Kitabına uydurmak: Yasal olmayan bir şeyi bir şeyler yaparak yasalmış gibi göstermeye çalışmak.
Kocaya varmak: Evlenmek.
Kodese tıkmak: Birini hapishaneye sokmak.
Kof çıkmak: Bir şeyin aslında işe yaramadığı, boş ve değersiz olduğu, gerçeğinden epeyce faklı olduğunun anlaşılması.
Kokusu çıkmak: Yasal olmayan bir şeyin gizli yapıldığı
halde sonraki zamanlarda gizliliğinin ihlal edilmesiyle herkesçe bilinir
olması.
Kol kanat germek: Birini korumak, ona yardımcı olmak.
Kolaçan etmek: Olup bitenleri anlamak için çevreyi dolaşmak.
Koltuk değneğiyle: Başkasının yardımıyla.
Koltukları kabarmak: Kendisine ya da onlara yakın olan kişilere yapılan övgüden kibirlenmek, böbürlenmek.
Kolu kanadı kırılmak: İş yapamaz bir duruma gelmek, çaresiz kalmak, bir işi yapamamak.
Komaya girmek: Hayati belirtilerini büyük ölçüde yitirmek.
Korktuğu başına gelmek: Kişinin endişelendiği, istemediği, büyük kaygı duyduğu bir şeyi yaşaması.
Koynunda yılan beslemek: İyilik yaptığı birinden kötülük görmek.
Koyun gibi: Başkalarının himayesinde olan kişi, kendi kararlarını kendisi veremeyen. Sürekli başkaları tarafından yönlendirilen.
Koyun kaval dinler gibi: Bir şeyi anlamadan, söylenilenin ne olduğunu bilmeden, öylesine dinlemek.
Kozunu paylaşmak: Arada var olan anlaşmazlığı çözmek için kişinin bir rol üstlenmesi, zora başvurarak işi halletmeye çalışması.
Kök salmak: Bir yere iyice tutunmak, sağlam bir şekilde oraya yerleşmek.
Kök söktürmek: Birilerine çok büyük engeller ve güçlükler çıkarmak.
Köküne kibrit suyu dökmek: Bir şeyi bir daha asla ortaya çıkmayacak
bir şekilde yok etmek, ortadan kaldırmak.
Kökünü kazımak: Varlığına son vermek.
Köprüleri atmak: Birileriyle ilişkileri bir daha kurulamayacak şekilde bozmak. Kesin bir şekilde o kişiyle olan ilişkileri bitirmek.
Kör değneğini beller gibi: Değişiklik düşünmeden sürekli aynı şekilde davrananları kast etmek için kullanılır.
Kör dövüşü: Düzensizlik. Kimin ne yaptığının tam olarak belli olmaması, sonuç alınamayacak bir çaba, uğraş içerisinde olması.
Kör kadı: Sözünü kişinin yüzüne söyleyen, herkesi eşit tutan kimse.
Körler mahallesinde ayna satmak: Bir şeyi ihtiyaç olmayan bir yere götürmek.
Körü körüne: Saf saf, iyice düşünüp taşınmadan.
Kös dinlemek: Konuşulanları dinler görünüp dinlememek.
Köstek olmak: Bir şeye engel olmak. O şeyin olmaması için engel oluşturan.
Köstek vurmak: Engellemek.
Köşe bucak: En kuytu, görünmeyen, göze çarpmayan yer.
Köşeyi dönmek: Emeksiz, zahmetsiz zengin olmak.
Kötüye kullanmak: Verilen bir yetkiyi yanlış yolda kullanmak, istenilmeyen, yasal olmayan bir şey yapmak.
Kraldan çok kralcı olmak: Bir kimsenin davasını ondan bile fazla savunmak.
Kucak açmak: İhtiyaç sahibi birine yuvasını açmak, ona yardımcı olmak, onu korumak.
Kukla gibi oynatmak: Kişiye her istediğini yaptırmak.
Kul hakkı: İslam dinine göre kişilerin birbirleri üzerindeki
hakları.
Kul köle olmak: Tam bir bağlanma, teslimiyet içerisinde olmak. Her fedakarlığı yapmaya hazır olmak.
Kulağı delik: Çevrede olup bitenlerden hemen haberdar olan kimse.
Kulağı kirişte olmak: Bir yerlerden gelecek haberleri işitmek için dikkatli durmak.
Kulağı tetikte: Söylenecek sözü, gelecek haberi bekler durumda olmak.
Kulağına kar suyu kaçmak: Huzursuzluk oluşturan, tedirgin edici bir haber duymak.
Kulağına küpe olmak: Uğradığı olumsuz bir durumdan hiç unutamayacağı bir ders almak.
Kulağını açmak: Söylenilenleri çok dikkatli dinlemek.
Kulağını bükmek: Birilerini söz ve davranışlarına dikkat etmesi için uyarmak.
Kulağını çekmek: Birini cezalandırmak için kulağını büküp çekmek, bu şekilde kişiyi uyarmak.
Kulağını çınlatmak: Birinden herhangi bir açıdan bahsetmek, onu anmak.
Kulak asmamak: Bir şeyi dinlememek, bir şeye önem vermemek.
Kulak dolgunluğu: Başkasından duyma ile elde edilen, doğruluğu teyit edilemeyen bilgi.
Kulak kabartmak: Belli etmeden, gizlice söylenilenleri işitmeye çalışmak.
Kulak kesilmek: Büyük bir dikkatle bir şeyi dinlemeye çalışmak.
Kulak misafiri olmak: Kendisine çok yakın yerde konuşulan şeyleri isteyerek ya da istemeyerek dinlemek.
Kulaktan dolma: Sağda solda, ortalıkta işiterek edinilen bilgi.
Kulaktan kulağa: Birinden bir başkasına gizlice söylenerek.
Kulp bulmak: Birinin kusurlu bir tarafını bulup göstermek
Kulp takmak: Birinde kusur, bahane bulmak, onda olmayan bir şeyi ona isnat etmek.
Kum gibi: Çok fazla.
Kumkumav gibi: Tek başına, yapayalnız.
Kumpas kurmak: Birini tuzağa düşürebilmek için gizli bir planlama içinde olmak.
Kundak sokmak: Birilerinin arasını bozacak söz ya da davranışta bulunmak.
Kurbanlık koyun gibi: Başına geleceklerden haberi olmamak.
Kurşun yemek: Mermi ile yaralanmak.
Kurşuna dizmek: Birini kurşunlarla öldürmek, kişinin hayatına son
vermek.
Kurt masalı okumak: İnandırıcı olmaktan bahaneler,
özürler ileri sürmek.
Kurtlarını dökmek: İçinden geçen bir şeyi bol bol yaparak mutlu olmak, heveslenmek.
Kuru iftira: Asılsız iftira, birine yapmadığı bir suç, kötülük isnat etmek.
Kuru kalabalık: Hiçbir işe yaramayan belli bir maç doğrultusunda bir araya gelmeyen insan topluluğu.
Kuru kuruya: Boşu boşuna.
Kuru sıkı: Birini korkutmak amacıyla söylenen yapmacık sözler.
Kuş beyinli: Akılsız kimse.
Kuş gibi: Gereğinden fazla hafif olan.
Kuş kadar canı olmak: Oldukça cılız, zayıf, çelimsiz bir vücuda sahip olmak.
Kuş sütüyle beslemek: Çok değerli, pahalı olan ve az bulunan besinler tüketmek, bunları yiyip içmek.
Kuş uçmaz, kervan geçmez: Issız, tenha yer.
Kuş uçurmamak: Çok sıkı güvenlik önlemleri almak.
Kuşa çevirmek: Bir şeyi düzelteceği yerde onu daha
da bozmak.
Kutu gibi: Küçük lakin kullanışlı.
Kuvvetten düşmek: Güçsüz duruma düşmek, eski gücünü yitirmek.
Kuyruğu kapana kısılmak: Çok zor bir duruma düşmek
Kuyruğu titretmek: Ölmek.
Kuyruğuna basmak: Kışkırtmak, tahrik etmek.
Kuyruğunu kıstırmak: Birini zor durumda bırakmak.
Kuyruk acısı: Öç alma arzusu.
Kuyruk sallamak: Birilerine yaranmaya
çalışmak, dalkavukluk etmek.
Kuyruklu yalan: Çok büyük yalan.
Kuyusunu kazmak: Bir kimseye zarar vermek için çeşitli girişimlerde bulunmak.
Kuzu gibi: Çok uysal.
Kuzu kuzu: İtiraz etmeden.
Kuzu postuna bürünmek: Saldırgan olan birinin kendisini yumuşak huylu olarak göstermesi.
Küçük dağları ben yarattım demek: Çok aşırı kibirlenmek.
Küçük dilini yutmak: Fazlaca şaşırmak, ne yapacağını bilemez olmak.
Küçük görmek: Birine değer vermemek, onu küçümsemek.
Küçük düşürmek: Birinin onurunu kırmak, onu küçümsemek, değerini
düşürmek.
Küfür savurmak: Çok küfür etmek.
Küfür yemek: Kendisine küfredilmek.
Kül kedisi: Uyuşuk, miskin, uysal kişi.
Kül kesilmek: Yaşadığı korku ve heyecan neticesinde yüzünün renginin
değişmesi.
Kül olmak: Bir şeyin bütünüyle yanıp yok olması.
Kül yutmamak: Tuzak ve hileleri fark eden, oyuna ve hileye karşı gözü
açık kimse.
Külahıma anlat: Yaptıkların asla beni tatmin etmez istediğin kadar anlat, inanmam anlamında.
Külâhını ters giydirmek: Birinin kendisine iyi davranmayanları bir hile ile pişman etmesi, kurnazlıkta sınır tanımaması.
Külahları değişmek: "İlişkileri bozulmak, bozuşmak" anlamında tehdit anlamında kullanılır.
Külünü göğe savurmak: Bir şeyi kökten bitirmek, geride hiçbir şey bırakmamak.
Künyesi bozuk: İlk zamanlarından beri sicili bozuk kimse. Yanlış, kötü işleri ilk zamanlarında da yapan.
Küplere binmek: Çok öfkelenmek.
Küpünü doldurmak: Fırsatlardan istifade ederek çokça para biriktirmek.
Ayrıca bakınız
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder