Icığını cıcığını çıkarmak: Bir meseleyi en ince ayrıntısına dek incelemek, soruşturmak.
Ikınıp sıkınmak: Bir işi yapabilmek için kendini gereğinden fazla zorlamak, sıkmak.
Isıtıp ısıtıp önüne koymak: Önceden olan bir olumsuzluğu, hatırlanmak istenmeyen bir durum veya olayı sürekli olarak her defasında o kişinin yanında dile getirmek, söylemek.
Iska geçmek: Hedefi tam tutturamamak, hedefi sıyırmak, vuramamak. Bir şeyin üzerinde fazla durmamak, onu önemsememek.
Iskartaya çıkarmak: Bir şeyi, sözü değersiz bularak onu bir yana atmak.
Işığı altında: Konuyla ilgili bir durum veya düşünceyi göz önünde tutmak.
Işık tutmak: Aydınlatmak, yol göstermek, yardımcı olmak.
İbret almak: Bir olumsuzluktan yararlanarak ondan ders almak.
İcabına bakmak: Gereğini yerine getirmek. Ne gerekirse onu yapmak.
İç çekmek: Çok derin bir şekilde soluk alıp hıçkıra hıçkıra ağlamak.
İç etmek: Birinin eline geçen bir şeyi kimseye göstermeyip kendine mal etmek.
İç gıcıklamak: Birini harekete geçirmeye, onda istek uyandırmaya çalışmak.
İçi açılmak: Sıkıntı ve zorluklardan kurtulmak, ferahlamak.
İçi cız etmek: Çok üzülmek.
İçi çekmek: İstek duymak.
İçi çıfıt çarşısı: İçinde binlerce kötülük, hile olan kimse.
İçi daralmak: Sıkıntıdan bunalmak.
İçi dışı bir: Olduğu gibi görünen veya göründüğü gibi olan kimse. İçinde kötülük saklamayan.
İçi dışına çıkmak: Kustuğu için oldukça kötü olan kimse.
İçi erimek: Çok fazla üzülmek, kaygılanmak.
İçi geçmek: Bir nedenden dolayı gücü azalmış kimse. Hiçbir şeye ilgi duymayan kişi.
İçi gitmek: Çok aşırı bir istek duymak.
İçi hop etmek: Bir anda heyecanlanmak.
İçi içine sığmamak: Çok sevinçli olmak, bu sevincini belli ettirmek.
İçi kabarmak: Aşırı duygusal bir durum yaşayıp bundan ötürü ağlamak.
İçi kan ağlamak: Kimseye sezdirmeden üzülmek, aşırı üzülmek.
İçi kazınmak: Çok acıktığı için midesinde eziklik duymak.
İçi parçalanmak: Bir kimse için çok acı duymak, aşırı üzülmek.
İçi rahat etmek: Kaygılanacak bir durum olmadığını öğrenip sıkıntıdan kurtulmak, oldukça rahatlamak.
İçi sızlamak: Acı duymak, üzülmek.
İçi tez: Tez canlı aceleci kimse.
İçi titremek: Büyük bir arzu duymak.
İçi yanmak: 1. Çok susamak. 2. Aşırı derecede üzülmek.
İçinden gülmek: Birisine sezdirmeden çaktırmadan içten içe gülmek, sevinmek.
İçinden okumak: Dudaklarını hareket etmeden ses çıkarmadan okumak.
İçinden pazarlıklı: Kötü düşünceli olup da yapacağı kötülükleri kimseye sezdirmeyen.
İçine atmak: Üzüntüsünü, derdini kimseye söylememek, onu içinde tutmak.
İçine çekilmek: Yalnızlığa gömülmek, çevredeki insanlarla irtibatını kesmek.
İçine dert olmak: Çok istekli olduğu bir şeyi yapamadığı için kaygılanıp bundan büyük üzüntü duymak.
İçine doğmak: Sezinlemek.
İçine işlemek: Bir sözün, davranışın kişiyi derinden etkilemesi, kalıcı etki bırakması.
İçine kapanmak: Duygularını kimseye açmayan.
İçine kurt düşmek: Kuşkulanmak.
İçine sindirmek: Bir şeyi tam olarak benimsemek, kabul etmek.
İçine sinmemek: Tadına varmamak.
İçine yedirememek: Bir şeyi bir türlü kabul edememek, benimsememek.
İçini açmak: Derdini, sırrını biriyle paylaşmak, anlatmak.
İçini bir kurt yemek: Devamlı olarak bir kaygı taşımak.
İçini boşaltmak: Sitemini söylemek, derdini, sıkıntısını birilerine açmak.
İçini dökmek: Birilerine dert, üzüntü ve sıkıntılarını paylaşmak.
İçini kemirmek: Bir üzüntüden rahatsızlık duymak.
İçler acısı: Çok acıklı olay veya durum.
İçli dışlı olmak: Sıkı fıkı, teklifsiz olmak.
İçtikleri su ayrı gitmemek: Çok samimi, her şeyi birbirleriyle paylaşan, sıkı fıkı
kişiler.
İdare etmek: 1. Bir yeri yönetmek. 2. Göz yummak, hoş
görmek.
İflahım kesmek: Gücünü tüketmek, belini kaldıramayacak hale
gelmek.
İfrata kaçmak: Bir şeyde aşırı gitmek.
İfrit olmak: Çok fazla öfkelenmek, kendini kaybedecek kadar
sinirlenmek.
İğne atsan yere düşmez: Çok kalabalık olan yer.
İğne ile kuyu kazmak: Bir işi meydana getirmeye çalışırken araç-gerecin yetersizliğinden o işi ağır ve güç yürütmek. Olmazı yapmaya çalışmak.
İğne ipliğe dönmek: Çok zayıflamak.
İğneli söz: Kırıcı, dokunaklı, üzüntü verici söz.
İhtimam göstermek: Özen göstermek.
İki arada bir derede kalmak: Çok zor bir durum yaşamak, sıkışıp kalmak.
İki ayağını bir pabuca sokmak: Bir işin
yapılmasını dar bir zamanda isteyip yapacak olanı zor, sıkışık bir duruma
sokmak.
İki cihanda yüzü ak olmak: Yaşantısıyla, dürüstlüğüyle hem bu dünyada hem de diğer dünyada mutlu olmak, karşılığını görmek.
İki çift laf etmek: Bir şey hakkında biraz konuşmak.
İki dirhem bir çekirdek: Özenli, düzgün giyinmiş kişi.
İki eli kanda olsa: En zor şartlarda, imkânsızın olduğu zamanlarda bile.
İki eli yakasında olmak: Birinden hesap sormak.
İki gözü iki çeşme: Gereğinden fazla ağlamak
İki paralık etmek: Onurunu, değerini düşürmek. Birinin onuruyla alay etmek.
İki sözü bir araya getirememek: Duygu ve düşüncelerini düzgün bir şekilde anlatamamak. İletişimde problem yaşamak.
İki yakası bir araya gelememek: Geçim sıkıntısı çekmek.
İkide bir ikide birde: Sık sık.
İkili oynamak: İki yüzlü davranmak. Her iki tarafa da hoş, şirin görünmek. Her iki tarafın da adamı olmak.
İleri geri konuşmak: Yaralayıcı, kırıcı, gereksiz konuşmak. Konuşmasıyla birilerini üzmek.
İleri gitmek: Söz ve davranışlarıyla ölçüyü kaçırmak, normalin dışına çıkmak. Haddini bilmemek.
İliğine kemiğine işlemek: Bir şeyden oldukça etkilenmek.
İliğini kurutmak: Canından bezdirmek.
İlk göz ağrısı: Kişinin ilk sevgilisi veya ilk çocuğu.
İmam kayığı: Tabut
İmana gelmek: Sonunda yanlışı terk edip doğru yola gelmek. İslam dinini kabul etmek.
İmanı gevremek: Çok yorulmak veya çok sıkıntı çekmek.
İmiğine sarılmak: Bir kimseyi bir iş için fazlaca sıkıştırmak.
İn cin top oynuyor: Issız, kimsenin olmadığı yer.
İnce eleyip sık dokumak: En küçük ayrıntılarına kadar hiçbir açık bırakmadan bir şeyi incelemek.
İncir çekirdeğini doldurmaz: Önemsiz şey, oldukça küçük olan.
İnme inmek: Vücudun bir tarafının işlevini yitirmesi, duyarsız
hale gelmesi. Felç olmak.
İnsan eti yemek: Birilerini her yerde çekiştirmek, gıybet etmek.
Yüzüne söylediğinde hoşa gitmeyen bir şeyi kişinin arkasında söylemek.
İnsan sarrafı: İnsanları iyice tanıyabilen kimse.
İnsanlıktan çıkmak: Bir insana yakışmayacak hal ve hareketlerde
bulunmak. İnsana ait özellikleri sergilememek.
İnzivaya çekilmek: Dünya işleriyle uğraşmamak, bir köşeye çekilmek.
İpe çekmek: Birini asmak, onu idam ederek onun hayatına son vermek.
İpe sapa gelmez: Tutarsız, mantık dışı söz, konuşma.
İpe un sermek: Birtakım bahaneler ileri sürerek istenilen işi yapmaktan kaçınmak.
İpi koparmak: Biriyle olan anlaşmazlığı daha da artırıcı hal ve hareketlerde bulunmak. İşi çözümsüzlüğe sokmak.
İpi sapı yok: Çelişki içeren, saçma sapan, gereksiz, yersiz olan.
İpin ucunu kaçırmak: Ölçüyü aşarak bir işi çıkmaza sokmak.
İpiyle kuyuya inilmez: Birinin güvenilecek kendisine itibar edilecek hiçbir tarafının olmaması.
İple çekmek: Bir şeyin gerçekleşmesini çokça arzulamak, zamanın gelmesine neredeyse tahammül edememek.
İpliğini pazara çıkarmak: Birinin kötü tarafını ortaya çıkarmak.
İpucu vermek: Aranan bir şeyi bulmak için ona işaret, belirti, ışık olan her şey.
İsabet etmek: Yerinde iş görmek veya bir şeyin kişiye olumlu anlamda denk gelmesi, kişiyi bulması.
İsim yapmak: Tanınmak, ün yapmak.
İsmi var, cismi yok: İsmi olmasına karşın verilen işi, görevi yerine getirmeyen veya sözü edilen kişinin sadece isminin olması.
İster istemez: Kişinin elinde olmadan zorla, zoraki yapılan.
İstifini bozmamak: Aldırış etmeyip durum ve davranışını değiştirmemek
İş ayağa düşmek: Bir işin sorumluluk sahibi olmayan, beceriksiz, pısırık kimselerin elinde olması.
İş başa düşmek: Kendi işini kendi görmek zorunda kalmak.
İş çatallanmak: Bir işin sonuçlanması için türlü türlü zorluklarla karşılaşmak.
İş çığrından çıkmak: Bir şeyin düzeltilmesinin güç bir hal alması.
İş görmek: İş yapmak.
İş inada binmek: Bir şeyi yapmamakta ısrar etmek.
İş işten geçmek: Bir iş için uygun olan zamanı, fırsatı kaçırmak.
İş sarpa sarmak: İşe engel çıkarmak.
İşe koşmak: Kişiyi bir iş yapmak için bir yere göndermek, görevlendirmek.
İşi ağırdan almak: Bir işi yapmakta oldukça isteksiz, moralsiz görünmek. O işi yapmayı ağırlaştırmak.
İşi Allah'a kalmak: İnsanların yapabileceği yardımdan tamamen umudu kesmek. Çok zor bir durumda kalan kişiler için kullanılır.
İşi azıtmak: Bir işi yapmak için yanlış veya aşırı bir yola başvurmak, o yola sapmak.
İşi başından aşmak: Çok fazla işi olan kimse. İşlerin içinde neredeyse kaybolmak.
İşi bitmek: Kişinin artık güç ve takatinin bir şey yapmaya elverişli olmaması. Fiziken ve ruhen tükenmesi.
İşi duman olmak: İşinin oldukça kötü olması, çok berbat bir hal alması.
İşi düşmek: Birinin yardımına, rehberliğine gereksinim duymak.
İşi iş olmak: İşi yolunda gitmek, bu vesileyle kendini mutlu hissetmek.
İşi oluruna bırakmak: Yapmakta olduğu bir işi zamana, normal seyrine bırakmak.
İşi sıkı tutmak: Belirli bir disiplinle ve kurallar ölçüsünde iş yapmak, işe gereken özen ve itinayı göstermek.
İşi tatlıya bağlamak: İşi memnuniyet verici bir çözüme ulaştırmak.
İşi tıkırında olmak: İşin çok iyi olması, çok uygun bir yolda devam etmesi.
İşi yokuşa sürmek: Bir işi yapmamak için türlü türlü bahaneler öne sürmek, güçlükler çıkarmak. Olur olmaz şeyleri denemek.
İşin rengi değişmek: Durumun başka bir şekle bürünmesi, nitelik
değiştirmesi.
İşinden olmak: İşini kaybetmek. Yaptığı işin, görevinin sonunun
gelmesi.
İşini bilmek: Nereden çıkarının olduğunu bilmek.
İşkembeden atmak: Bir karşılığı olmayan sözler söylemek, uydurmak.
İşporta mal: Değeri, niteliği düşük mal.
İşten el çektirmek: Bir kimsenin işine son vermek.
İt kopuk: Aşağılık, soyu sopu olmayan kişi.
İt sürüsü kadar: Çok fazla, oldukça kalabalık topluluk.
İte kaka: Binbir güçlükle, zor bela.
İtibar kazanmak: Bir kişinin değerinin artması, saygınlık
uyandırması. Güvenilecek bir kişi olması.
İtibardan düşmek: Saygınlığını kaybetmek.
İtimadı sarsılmak: Birinin kendisine olan güveninin azalması, yok olması.
İtimat beslemek: Birine güven duymak.
İyi etmek: Birini hastalıklardan kurtarıp sağlığına kavuşturmak.
İyi gelmek: Sağlığına kavuşmasına neden olmak.
İyi gözle bakmamak: Birisi hakkında olumlu düşüncelere sahip olmamak, ona güvenmemek.
İyi gün dostu: Dostlarına sadece iyi günlerinde yakınlık gösteren kimse.
İyi kalpli: Başkaları için hep iyilik düşünen.
İyi saatte olsunlar: Cinler, periler için kullanılır.
İzi silinmek. Ortadan kaybolup yok olmak. Hiçbir işaret ve delil bırakmamak.
İzinde yürümek: Başkasının yaptığını yapmak. Onun yolunu takip etmek.
İzzeti nefsine dokunmak: Onuruna dokunmak, kabul edememek.
Ayrıca bakınız
Çoooooooooooooooooooooook iyi
YanıtlaSilTeşekkür ederim.
Sil